DEDENİN TORUNU

DEDENİN TORUNU

Daha dokuz yaşında idi 

       Birinci dünya savaşı başlamış savaş alanlarındaki mevzilerde kıyasıya mucadele devam sediyor   hatırlamıyacak kadar küçük ken babalarını kaybetmişler evin idaresi annede idi

     Osmanlının Almanyanın yanında yer alması sebebiyle almanyanın Rusya karşısında yenilgisi osmanlınında yenilgisi demekti,rusyanın eline ğeçen bu fırsatı kaçırması mümkün değil, Kafkaslarda yenilgiye uğriyan İslam ordusu dağılmıştı  çarın emri ile rus ordusu Karadeniz sahilinden  ve yukardan kars Ardahan üzerinden anadolunun içlerine doğru  ilerlemeye başlamış ,Osmanlının zayıflamasıyla işgallerden kaçmak üzere yola çıkmış binlerce muhacirlerden biri olarak  daha dokuz yaşında deniz kenarından cıplak ayakla yürümeye başlamıştı.

        İl ve ilçeler arası ulaşımın tamamı sahilden teknelerle yapılan Karadeniz  at arabaları için yapılmş iz gibi yollar olsada at da arabada yoktur normal zamanlarda kullanılan ,teknelerin bu muhacırları taşıması  sayıca çok olmalarından dolayı mümkün  değildir ,ancak birkaç imtiyazlının bu Şansa sahip olması herhangi bir anlam ifade etmez di,

     Ayaklarının altına kestane ağacı kabuğundan  yaptıkları terlikleri daha yola cıktıkları ilk üç saat içinde tuzlu taşlara dayanamayıp parçalanmış, çıplak ayakla devam ediyorlardı.

    Anne  nekadar kahrolsada sevgisini pek açık etmiyen otoriter karakterli biri,babasız evlat büyütmenin sorumluluğuyla, acısını da asla açık etmiyor,bu durumun çocuğunda yaratacağı teslimiyet duygusunu biliyor olmalıki ,bunun açığa cıkmaması için hayatın tamamen normal akışı içinde oldukları görüntüsüyle sadece önune bakıyor ,kimselerin de söylem ve muhabbetine ortak olmadan yürüyordu.

      Akşam olmak üzere artık kimsede derman kalmamış ,sırtlarında taşıdıkları çuvalda teker şeklinde pişirilmiş ve özellikle çabuk yenemesin diye  güneşte kurutulmuş taş gibi  mısır ekmeğini  yine aynı sertlikte olan inek sütünden yapılma  tuzlu peyniri  derenin denizle buluştuğu kuytu noktada oturarak kemirdiler.

       Dokuz  yaşındaki çocuk, oyun cocuğudur,bomba sesleri,tepelerinde uçan rus uçaklarının atması muhtemel bomda korkusu nu  annesinin soğukkanlılığı  ile ancak atlatılabilirdi,hiç kimsenin konuşacak dermanı kalmamıştı,  on saatlık yolculuk la ancak yola çıktıkları fındıklının derbent köyünden  ardeşen Pazar Çayeli derken il sınırı olan rizeye kadar gelebilmişlerdi,bazılarının ayaklarının altı kanamaya başlamıştı,bazıları ise nasıl bulmuşlarsa hayvan derisini  kayık  gibi yapıp parmak arasına alarak isten sarmaşık ipiyle bağladığı için hasarsız yola devam ediyordu,herkes başını kurtarma derdinde iken ayak çok ta önemli değildi.

     Bir saat dinlendikten sonra yürümeye başladıklarında sahili olmıyan kayalıkların üzerinden patika yolu takiple kayalıkların bittiği yere kadar karanlıkta yürümeleri gerekiyordu bu uçurumlarla dolu ancak keçilerin geçebileceği kadar dar ve engebeli yolu tam iki saatte geçtiler,sahile indiklerinde artık yürümeye dermanları kalmamıştı,karadan denize yatayına ağaçların bulunduğu kısmen mağara şeklindeki  oyuntuya girip sabahı beklemek üzere uyumak için ağaç yapraklarını bir yere toplıyarak üzerine  serildiler.

     Anne uyurken bile oğlundan göstermesi gereken şevkati kendi geleceği için esirgiyordu,sanki komşu çocuğu idi,tüm gün boyunca sadece birkere yemek yemişler ,sürekli su içerek burya  yine rizeye bağlı derepazarına kadar gelmişlerdi.kafiledeki herkes öylesine yorgunduki sanki kuş tüyü yatakta yatıyorlar,ne ayak acısı ne de ayaklarındaki kanama, mani olamadı tamamı uyudu.

     Sabah  ezanı duymadılar ,buralardaki insanlar da yola çıkmış terki diyar eylemişler,her yer bom boş kimsenin saatın kaç olduğu konusunda bir fikri yok ,dere suyundan alınan abdestlerle zamanın geldiği kanaatle bazıları namaz kıldı yola çıktıklarında çocuğun kendi iç aleminde kurmaya çalıştığı dünyasına henüz bir tuğla  bile koyamadığı dünkü yol  macerasına bugun de aynısıyla devam ediyorlardı. 

    Yürüyen guruba ardeşende eklenenlerin içinde haylı yaşlı bir amca vardı ,o sessiz yolun ortak yolcuları bu yolculuğun anlamsızlığını dahi bilmezken o hemen her konuda ahkam keser ,bilip bilmediği ne varsa bazen yakınındakilerine bazende kimsenin kendisini dinlemediği zamanlarda sesini yükselterek herkese bir şeyler anlatırdı,bozuk şivesi ile bazen anlaşılan bazende ne dediği belli olmıyan anlamlı,anlamsız seslerle çoğu kadın ve çocuklardan oluşan gurubun bileni olmak ister gibi kendini saydırmaya çalışıyordu ,konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla kendi ailesinden olan birilerinin ikide bir mudahale edip susmasını isteselerde amacından vazgeçmeye niyeti olmıyan amcanın yanına ara sıra yanaşmak istesede annesini bırakmak istemediğinden yapamadı,ama kendi kendine bu işin bir liderinin olması gerektiğini düşünüyordu,hangi yöne ne tarafa ve nekadar gideceğimizi bilen ve söyliyen biri.

      Pazar ilçesi ardeşenden sonraki en neşeli ilçelerden biridir ,insanları hayata karşı  naif daha anlayışlı ve mülayımdırlar,tulumun, ana vatanı da sayılır özellikle  sahilden içerilerde yaşıyan Hemşinlilerin sevdalarını ve aşklarını melodik anlatımda kullandıkları bu estromanın hemen hemen acıklı ezgilerinde bile horon oynarlar,her ne kadar rize Artvin sahillerinin ortak eströmanı olsada Hemşinliler için dünyanın en iyi sazıdır,bu bağlılıkları hemen her ortamda ortaya çıkar,işte kafileye pazarda katılanların içindeki kırklı yaşlarda bir kadın sırtında taşıdığı sepetten tulumu çıkarıp şişirmeye başlayınca herkes şaşırıp kalmıştı,kadının hayatla barışık biri olması hemen herkesi ölüm uykusundan uyandırmış gibiydi,

   birbirlerini hemen hiç tanımıyan gurup ikiyüz kişiyi geçmiş, yürüdükleri bu patika yolda en başta yürüyenin en arkada olanı görme şansı yoktu,rize sınırlarını bitirip iyi dere üzerine taşlar arasına sıkıştırılmış tek kütükten yapılma agaç köprüden cambaz gibi geçmek zorunda idiler derin yerler için korkan kadınlar önden gönderdikleri yüzmeyi bilen çocuklara ipi kıyıda bir kayaya bağlatarak düşmeleri halinde tutunup cıkmaları sağlanmaya çalışıldı ama şükür kimse düşmeden ucu gözukmez ve sürekli artan kafile dereyi geçip trabzonunun of ilçesi sınırlarına ulaştı.

    Buralar dere yatağı olduğu için daha düz bir coğrafyası olan yerler,henüz buralarde yerleşim yerleri gözükmüyor,kimin kararıyla durduklarını kimsenin bilmediği ,derenin bitiminden sonraki ilk düzlükte yayılıp serildiler,Hemşinlinin aradan üç beş Dakka sonra tulumunu şişirip insanları ne oluyor dedirten ezgileri çalmasıyla adeta yaşam sevincini yeniden yakaladılar,asık suratlar ın mimikleri değişti,gülücüklerin hakimiyeti ile birbirlerine espiriler yapmaya başladılar,sanki her şey normale dönmüş olanlardan veolacaklardan kaçılamıyacağı ancak moralsizlikten kacılabileceğini anlatır gibi idiler,hemen sesi duyan herkes cember ,çember olmuş oynamaya mecalleri olmamasına rağmen oturdukları yerden omuzlarını ritimle oynatmaya başlamışlardı,içlerinden calınan melodinin ezgilerini bilenler mırıldanma şekliyle eşlik ediyordu.

   Mehmetali henüz dokuz yaşında ,şimdiye kadar ne okul görmüş,ne eğlence bilir nede ezgi ye eşlik edecek şarkılar bilir,repertuvarı bomboş,oynamaya hiç vakti olmamış bir cocuk,ara sıra komşu kadınların mırıldanmalarını düyardı ama hiç biri nakarattan öteye gidememişti sessiz ama heyecanla takip ediyor,tekrarlanan nakaratları hemen kapıp bir sonrakinde ,kesik kesik tekrarlıyor ve bu durumun devam ettiği zamanlar asla ciplak yürümeden meydana gelmiş ayağındaki  kanamayı ve acıyı duymuyor,bazende çocuk heyecanı ile etrafın değişikliğini ,bunları gördüğü için kendini şanslı saydığı zamanlar bile oluyor du,bunun bir sebebi de rize merkezde kafileye katılan ailenin içinde kendi yaşlarında bir çocuğun olması ile de alakalı olabilirdi, o yol arkadaşı değil yolda oyun arkadaşı gibi olmuştu,kafileye yeni katılanın ayaklarında güzel  ve yırtılmamış bir çarığın olması onu kıskanmasını gerektirmıyordu,o bir cesaret o bir muhabbet ve soğuk,cıdı sert  hemen hiç konuşmıyan annesinin yanında bulunmaz bir nimetti,kafile otura otura oynadığı tulumdan sonra möraller daha yüksek enerji depolanmış olarak yine komutu nu kimin verdiği belli olmadan kafile kalkıp tekrar yola koyuldu.

      Of ilçesi imamı okumuşu hocası bol bir yerleşim yeridir ,derlerki,işsız kalan imam olur,hemen herkes bir dönem işsiz olduğuna göre burada hemen herkes imam dır,en azından herkesin biraz eksik biraz fazla imamlığı vardır ,merkeze yaklaşan kalabalığın iyiderede ilave olanlarla arkası artık hiç görünmez hale gelmişti,mehmetali arkadaşı ile kafilenin  ortalarında annelerini kaybetmeden deniz kenarını takiple ilerliyorlar bazen annesinin sert bakışlarına marüz kalmasının sebebi  kanıyan ayaklarını deniz suyuna batırıp acısını dındirmeye çalışmasıydı, acıya alışmış olmalıki herkes kadar yürüyor,hiç şikayet etmiyordu ,zaten şikayet olsada muhatap yok o zaman teslimiyetten başka çare de yok demektır,çaresizliğin sessizliği ile sürmeneye kadar geldiler,sanki insanların yemek saatı ve ihtiyacı yok gibi hiç yemek molası diye birşet yok,evet zaten  bu yolculuğa başlamadan önceki yaşam larında bir kıtlık vardı,ama buna rağmen,

     Su değirmenlerinde mısır la birlikte öğütülen mısırın kozası ile yapılan ekmek hamurundan yapılma ekmeklerle tarladan elde edilen fasülye ,lahana,turşu,kabak vesairelerle satınalmaya muhtaç olmadan hayatı idame ettirmek mümkün idi, hele bir iki ineği de varsa değil kıtlık zenginlik denecek kadar da beslenme  standardını yükseltmek bile mümkündü.

zaten insanlar   yokluğa alışkın lakin en azından insanın karnına onu susturacak kadar yemeğin girmesi gerekmezmi,bazen sırtlarda taşınan sepet yada çuvallardan avüç içine alınan kuru mısır ekmeğini kimselere çaktırmadan kenarından ufak ufak sincap dişlemeleri ile yutmak denmez yutkunarak günlük yiyeceklerini alıyorlardı,

    Kafileye ilk katılanlar önlerindeki yolun ve yolculuğun vehamatini bilmedklerinden ellerindeki sırtlarındakini bol keseden tüketmeye başlar ancak belli bir mesafeden sonra  işin ciddiyetinin farkına varır ve içine kapanıp diğerlerine benzemeye başlarlar,bu hemen her kafileye katılanda görülür,onun için bir önceki bir sonrakini asla yadırgamaz .

    Oflular hoca olurda olaya ilahi bir hava katılmadan olurmu,özellikle bölgeye has  sarı kahve çizgili peştomallerle başını öttukten sonra bir eliyle boğazında tutup bırakmadan yürümeyi beceren kadınların kafiledeki görüntüsü deniz tarafından sahile bakıldığında çiçek gibi kendini ayrıştırdığı bu güzelliği hayata indirmekte de özgüvenlerinin yüksekliği ile hiç tereddüt etmezler,işte bunlardan birinin yürürken oktavı yüksek sesle  kur an  okumaya başlaması,herkesin bu na ihtiyacı varmış gibi duygu seline kapıldılar kafilenin ortasından gelen sesi duyan en baştaki kalabalık sesin kendisine yakınlaşmasını bekledi arkadan gelenlerinde aynı yerde birikmesiyle oluşan kalabalığı artık saymak mümkün değildi ,deniz dalgasının eşlik ettiği amenttü yü dinleiyenlerin hemen hepsi gözyaşları ile

yere bağdaş kurup okuyanın yorulmadan devamını istediklerini anlatan vucut dilleri ile  kocaman kalabalık tek vucut oldu, hüşü içinde dinlemelerinden anlaşıldığı kadarıyla mevcut durumu bile hayatın içinde serüven olarak görecek hale gelmişler,şükür duası ediyorlardı,bilmiyene deli  denirde bilene bu davranış neye gelir bilinmez.

     Mehmetali  bu moladan fırsatla suyun hemen başladığı noktada bir kaya parçası nın üzerine çıkıp cocuk gözlerle çok uzaklardan gelen dalgaları seyrediyordu,dalganın denizden kalktığı noktayı belirleyip karada çarpacağı noktaya kadar takip etti,dalganın köpükleştiği noktaya geldiğinde,deniz kenarında dalgaların taşların arasına sıkıştırdığı  daha yakın zamanda öldüğü anlasilan bir kedi  gördü ,ilk bakışta köpeklerin saldırısı imiş gibi geldi,köpeklerin kediyi yemek gibi bir derdi yoktur neden boğup atarlar bilinmez ama bu sefer işe yaramış olmalı ,

     ayakları artık dayanılmaz hale gelmişti,kayalara  taşlara basacak hali yoktu ,deri tamamen soyulmuş topuktan başka yumuşak yer kalmamış kemik çıkmıştı, toprak yolun çok az olmasından dolayı sürekli deniz kenarından gitmeleri bu hale getirmişti ,çaresiz bir yolunu bulup kediyi almalıydı Allahtan kendisinden başka kediyi gören olmamıştı,tünediği kayadan inip,dikkati çekmeden kediye daha yakın olan dalganın bittiği noktaya,arkadaşına da söylemeden kafilenin soluna doğru kayıp  kayanın ardına saklandı,kalın ve birkaç renk ipten yapılma yamalı pantolonunun cebinden çıkardığı  üstündeki tek malzeme,silahı,varlığı paslı tahta saplı bıçağını  çıkardı,daha önce inekleri keserlerken gördüğü gibi kedinin başımı kesti,kan akmıyordu ,sonra derisini vucudundan ayırıp attı deriyı sırtından ikiye ayırarak,iki parça haline getirdikten sonra  kuyruğu birkaç ince  dilimle bağcık haline getirdi minik deliklerden geçirip iplerinden bağcıklarla ayaklarına deri kısmı içerde kalacak şekilde yerleştırdı, kedinin ayakları topuk haline gelmişti ,aranma korkusu ile bu işlerin tamamını beklide birkaç Dakka içinde bitirmiş kedi tüylerinin üzerinde yürümeye  başlamıştı bile,aslında ayaklarım bu kadar kanamasa  idi bu yolculuk macera oyun  bile olabilirdi diye düşünecektı ki vaz geçtı evet artık bende bir çarığa sahibim ,bende maceraya oyuna hazırım diye düşünüp ,yürümekte zorlanan,çocuk kafileye yetişmek için seke seke koşmaya başladı,yandan koştu ,geri geri koştu,hızını alamadı ,içindeki sevinci dışarı atmak için haykırmak istedi vaz geçti ,zaten kağnı yürüyüşü ile giden kafileye kısa bir zaman sonra yetişti ,annesinin ortalarda bir yerde olması gerekiyordu ,öyle fazla kadın ve çocuk vardiki hemen herkes herkesin engellediği yürüyüşte sahibini bulması epey bir zaman aldı,çocuğun yanından geçenlerin mehmetalinin ayaklarındakini fark etmemeleri ,her görenin yüzüne bir tebessümün inmemesi mümkün değildi,çocuk ayağına kediyi giymişti, 

     ayaklarından akan kan kedinin derisi ile ayaklarını bir birine kaynatmış yapıştırmıştı ,artık çalı çırpı taş ayağına batmıyor sendelemeden yürüyördü,annesinin yanına geldiğinde ,sanki her şey çok normalmış gibi kuyruğu bağcık olmuş kedinin mehmetalinin ayaklarında çarık olarak var olması hiçbir şekilde hiçbir enteresanlık içermiyormuş gibi , sessiz bir bakıştan başka tepki vermeden yoluna devam etti,aslında içten içe annesine bak ben ne yaptım,der gibi idi hatta beklide biraz taktir bekliyordu,ama nafile  annesinden hiçbir tepki yoktu,annesinin kendi işini ,kendi gördü diye onu taktir etmesi gerekmiyordu ,demekki böyle olmalı dedi  kafileye kuyruk olmaya devamla çaykaraya gelmişlerdi.

     Akşam oldu daha da yürümeye  mecalleri yoktu,saatı zaten bilen yada merak eden de yok ,mehmetali  annesinin dibinde tünemiş sessiz sedasız uykusunun gelmesini bekliyenlerin yüzlerine ,üstü başına bakıyor ,inceliyor,genci yaşlısı onca insan ön taraflarda bastonlu bastonsuz ihtiyarl erkekler  ne oluyor,nerye gidiyorouz ,niye gidiyoruz,geziyormuyuz,kacıyormuyuz,bu mahşeri durum nedir,nafile hiçbirinin cevabi nı veremıyor,hiçbirine cevap verecek te biri yok beklide kimse

bilmiyor,sürü gibi gidiyoruz,yorulunca oturuyoruz akşam olunca  çimenler üzerinde yatıp sabaha doğru tekrar aç sefil yola devam ediyoruz,herkes sessiz,herkes suskun,bezgin ama bilen ve bilinen hiçbirşey yok yada mehmetali bilmiyor,annesinin dizine doğru yaslanmış ,göklere doğru gözleri dolaşırken gördüğü yıldızları merak etti,acaba oralarda kimse varmıdır,bu işığın kaynağı nekadar mesafededır,şu anda bulunduğumuz yerden bizim köy kadar uzakmıdır…….sorular uyumasına engel,

       ayakları artık kedinin derisi ile kaynaşmış durumda eskisi kadar acımıyor,sızıları varsada kafasındaki sorular sızılarını bastırıyor,hissetmesine engel oluyor,uyudular.

    Yuksek sesli bir gürültü var üstelik göklerden geliyor,belkide ilk  duyan mehmetali oldu,akşamki merağının cevabı gibi,sanki ordan birileri duymuşta onlara doğru uçmaya başlamış,rüs uçakları alman uçakları ile it dalaşı yapıyor,biri üste diğeri altta derken yer değiştırıyorlar aşağı pıkeler yukarı kovalamacalar,bir taraftanda  yüksek motor sesi,bunu ilk defa gören biri için anlamlandırmak ve ne olduğuna karar vermekten daha zor ne olabilir,hiç okula gitmemiş  biri,değil ucağı daha otomobil görmemiş birinin bunları bilmesi mümkünmüdür,annesinin eteğine yapıştı ,anne yine çok sakin sanki hiçbirşey olmamış,olmuyor  gibi,hiçbir tepki yok,korku,telaş yok,bu normallık mehmetaliyi de sakinleştirdi,bemen biraz sonra arkadaşı gelince eski korkusu gitmiş ama merağını giderememiş olarak bunun ne olduğunu sordu yanlarındaki kadınlardan biri çocukların merağını gidermek maksadıyla bunlar teyyare yavrum  dedi,dedi demesinede teyyarenin  ne olduğunuda bilmeleri,bulmaları gerek ya ,bu canlımıdır,dedi evet canlı diye dalga geçildiğini anlayınca yeni soru sorma iştahı kalmadı mehmetalinin,ama arkadaşı onun yerine  soruyu kendi tespiti ile cevaplandırdı ,bunlar ne büyük kuş,insanı yerlermı,,,dediğinde herkes sanki  uçakların gerçek niyetini anlamış gibi ciddiyete geçtiler,bu gidişattan rahatsız olan bir başka kadın hemen her şeyi olduğu gibi anlatmaya karar verdi,birazda olup bitenlerden insanları haberdar etme  isteği ile ,onlar rus  teyyareleridir,alaman uçaklarıyla mucadele içindeler,savaşın en önemli gücü bunlardır,gibi daha çok işin şekline yönekik açıklamalar getirip merakları gidermek istiyordu,

      bomba,savaş,uçak,Ruslar,almanlar,,,,bunlar hep ilk defa duyulmuş kelimeler,peki bunlar kimdir,insan adı mıdır,canlımıdır,okadar buyük şey nasıl ucuyor,korku ve merak bir birine üstün gelmeye çalışırken,arkadaşının  altına işediğini fark edip biraz daha telaşlandı,mehmetalinin bütün rahatlığı annesinin umursamazlığı ,vurdumduymaz davranışı idi,anne korkmuyorsa bir tehlike yok demektır ,iyide bu niye altıma işedi,,,,,,,,sen bu kuştan daha önce hiç gördünmü,,cevap yok ,adeta konuşamıyor,aslanın pençesindeki ceylan gibi titriyor,hemen biraz sonra ucakların ordan ayrılması ile herkes  rahat bir nefes alıyor,

     Yavaş yavaş rizeden beri belli belirsiz olan at ve öküz arabaları için yapılmış yolları genişlemesi ile yürüyüş kolaylaşmaya insanlar daha rahat rürümeye başlamışlardı,kaygılı  geleçekli muhabbetler daha çok yerel diller kullanılarak yapılıyor yol boyunca Lazca,hemşince,Rumca,gürcuce,türkce olmak uzere  parçalar çalan tuluma eşlik edilen zamanda  herkesin geçiçide olsa keyfi yerine geliyordu,aslında  hemen hiçbirinin aile bireyleri nin çoğu yanında değil yani birçoğunun babası,kocası,kardeşi,evladı ,ya gurbete iken bu duruma yakalanılmış yada Osmanlı askeri olarak kimsenin bilmediği herhangi bir cephede diri veya şehittirler,altı ayda bir bazen senede bir ki çoğunlukla iki senede bir ancak haber alabilen asker aileleri zaten  ersizliğe alışık,ve dayanıklıdır,yeterki sağ olsunlar,sağolsunlar,sağolun.

     Kafkaslarda Ruslarla Enver paşanın hesapsızlığı yüzünden  gelinen noktada perişanlık varken balkanlarda  Osmanlının zayıflatılmasından sonra milliyetçilik hortlatılan Fransız uydurması fikirlerin

etkisi ile devletçikler oluşturulup karşımıza dikilen ihanet şebekeleri  işi abartıp içimizdekileri de  tahrik edip yok edilmeye çalışılan toplumumuzu samsunla Sakarya arasına sıkıştırıp efendilikten köleliğe atmaya çalıştıkarı bu milletin gücünü n ölü iken bile plan sahiplerini yenebileceğimizi canakkalede görecekleri gü n  oan 1915 yılına daha birkaç yıl  varken mehmetalinin bütün bunları  şimdilik anlaması mümkün değildir.

    Trabzona ulaştıklarında yola çıktıklarının beşincı gününde idiler,bütün bu olup bitenden haberdar olup fiziki müdahalede veya yardımda imkanları sebebiyle  çaresiz kalan devlet ,yolda insan kalabalıklarına kuru ekmek dağıtmaya başlaması ,hemen herkesin yiyeceği bitmişken  nasıl bir anlam ve kıymet taşırsa o yle kıymete geçmişti,hele akçaabatta çobanın elinde bulunan sürüden  onlarcasını kesip tüm göç edenlerin et yemesini sağlaması kocaman topluluu birbirine öylesine  bağladıkı  birbirlerini ayni ananın evlatları gibi hissettiler,çoban herkese hakkını helal ettikten sonra ,kendiside sürüsü ile birlikte göçe katılmış,keçilerin sütünü kadınların sağarak yemek ihtiyaçlarını karşılamışlarken,daha giresuna geldiklerinde deposunda fındık bulunan bir ailenin satışa hazır malı dağıtırken,kullandığı milleti olmıyanın malıda olmaz lafı,mehmetaliye pek bir şey anlatmasada ordaki hetkesin iliklerine kadar işlemişti.

      Şimdi hemen herkesin karnı toktu ,yarınki de keçi sütü ile garanti idi artık devlette kuru ekmek dağıtıyor,e daha ne ister insan ,evet çayır çimende yatıyoruz ama olsun elbet od a bir yoluna girer diyen bu göç insanları bazen kuran  la bazen tulum ve kemence ile birbirlerine daha sıkı bağlar kuruyorlardı,hesabın sahipleri  yanlış yapmış dağılır zannettikleri bu toplumun birbirine daha çok bağlanmasını sağlamıştı.

    Giresunu bitirip ordu sınırları içinde fatsaya gelindiğinde  devletin ekmek dağıtan askerleri bir haber getirmişti,daha fazla ileri gitmenize gerek yok  muhacırlığınız burya kadar  demişlerdi,kimse bir şey anlamadı ama sonuçta devlet dediyse öyle yapmak lazım deyıp göç edenlerin  hemen hepsi  yolculuğunu bitirdi.

    Mehmetali hergün daha iyileşiyor hatta ara sıra arkadaşıyla oyun bile oynuyordu,yerleştikleri emanet bir hayvan ahırı onlar için bulunmaz nimettir,keyfi yerie gelmişti de denebilir,haftalar geçti yavaş yavaş kalabalıklar kayboldu kimi tanıdıklara kimi bazı toprak sahiplerinin işine ırgatlık yapmaya bazılarıda yerler satın alarak buralara yerleşmiş ortada kalanlarda yol boyu arkadaşlık yaptıklarıyla kader birliği yaparak topraklar kiralayıp kendi işinde çalışmaya başladı,işte mehmetalinin anneside yol arkadaşı olan pazarlı  bir kadın ile kiraladığı tarlayı önce temizledi sonra ekip biçerek geçimini sağlayıp oğlunu buyüttü ,mehmetali 14 yaşına gelince annesi vefat  etti büs bütün yetim kalan mehmetalı ayni yerde 19 yaşına kadar ortak yaşadıkları aile ile yaşadıktan sonra   rusyada meydana gelen Bolşevik ihtilali ile Ruslar eski batum sınırlarına çekildiler vatan hasretini daha fazla bastıramayınca  hemen her şeyin düzene girmesini de fırsat bilerek  ordaki edindiği ocağı yürdü bırakarak baba ocağına derbent köyüne döndü.

    Orada Fame ile evlenip  biri kız biri oğlan iki çocuğu oldu,bunlardan türeme yüzün üzerind e torun ve torun çocukları oldu bunlar ülkenin değişik yerlerinde değişik iş ve mesleklerde hayatlarını devam ettiriyorlar.