Karga çobanı

Karga çobanı

Kalabalık bir ailenin üçüncu oğlu idi
Erzurumun bir köyünde doğduğunda her çocuk kadar ancak sevinilmişti,kendisi bilmesede içine düştüğü aile için o sadece bir emek işçisi ,aileye katkı sunacak bedava emekçi olacaktı,
   Sırtı bir yamaca dayalı,üzeri samanla karıştırılmış çamur ve tezekten yapılma çatının duvarları da yine ayni malzeme ile yapılma, kalınca bir duvar ve soğuktan korunmak için küçuk pencereli evde doğdu,doğdu doğmasına da,evin zemini toprak olmasından kaynaklı rahatlıkla terlik yada patık olmadan çocukluğuna başlamıştı.
   Don giymek erkek çocuklar için çok gereklı bir durum değildir,özellikle çişlerini rahat yapar ,çamaşır çıkmz,zeminde torak olduğu için etrafta kirlenmez,eğer buyuk çişi yaptı ise de bir metal paslı kürekle alınıp  hemen yan tarafta bulunan hayvan ahırının gübresinin biriktirildiği yere atılarak etraf temizlenmiş olur.
   İlkokula kadar hayvanlardan başka içinde yaşadığı ailenin kendisine müsaade ettiği ölçüde özgürleşebilmiş biri olrak,okulun sunduğu özgürlük olaganüstü geniş ti,
sırf bu bile onun okulu sevmesi için yetmiş ti,ilk gün bile abisinin yanında başlamasına rağmen ,diğer arkadaşlarına karışmış sanki onları hep tanıyormuş gibi samimiyet kurmuştu.
   Diğer günler de bu samimiyet ilerleyip ,öğretmeninin,ona insan muamelesi yapmasından kaynaklı olacak,anne babasından sonraki  hayatı boyunca unutmıyacağı, ilk sevgilisi oluvermişti,üzerinde bulunan beyaz çember yakalı siyah önlüğünü ,her giydiğinde özgürlüğün içine dalmış balık gibi adeta hayal deryasında okula dalıyor,sadece ögrenmiyor aynı zamanda da eğitiliyordu.
   İlkokul o zamanlar beş yıl dır ve çabuk bitti
ailenin işçi ihtiyacı var,çobana ihtiyacı var,
yaklaşık iki yıl boyunca çobanlık yaptı,akşamları hayvanların altını temizledi,onların yemini suyunu verdi
    ilkokul bittikten sonra adeta özgürlüğü elinden alınmış ,kendini kafese konulmuş hisine kapılmış,şen şakrak çocuk,somurtkan ve mutsuz biri olmuştu,mutsuzdu ama anlıyan,umursiyan kimse yoktu.
Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen ona on yıl gibi gelmişti,
henüz geçen sene yuvadan para kazanması için gurbete gönderilen abisi ,sürekli beynini kurcalıyor olmasına ragmen kimseye söylemiyordu,
söylese izin verilmiyeceğinı bildiğinden olacak ki gizli gizli pröje yapmaya başladı.
   Abisinin gittiği yerin adresini babasına yazılmış mektubun zarfını aşırarak cebine koymuş ,uygun zamanı beklediğinden olacak rutin hayatına devam ediyor du.
   O gun bu hülya ve hayalle dalmış olacakkı hayvanın biri komşu bahcenin içine girmiş ve  zararar vermişti,bahçe sahibi de hemen babasına yetiştirmişti,babanın sırtına yapıştırdığı kürek sapı ,artık gitme zamanı geldi dedirtmiş ve hemen olayın ertesi sabahı yamalı pantolon la hergün giydiği eski gömleğinin   çebine akşamdan koyduğu kuru peynirden başka hiçbirşey almadan ,sabahın köründe,evden ayrıldı.
   Evin cukur ve taşlı yola olan mesafesi  patikadan yaklaşık bir kilometre,çorapsız ayağındaki kara lastik onun sessiz sessiz ilerlemesine izin vermişti,zaten alışık olduğu birkaç köpek havlamasından başka ses çıkmadı,yola çıktığında minareden ezan okunmaya başlamış ancak cami cemaatı ortalara çıkmadan oradan uzaklaşmıştı.
   Artık oturdukları,tezek tuğladan yapılma evden epey ilerde bir yerde, sabah olmak üzere idi,arkasına dönmek ,köyüne birkez daha bakmak istedi ise de geri dönme hissine kapılma korkusuyla arkasına bakmadan adımlarını hızlandırıp yaklaşık üç kilometreyı bulduğunda artık aralarına iki küçük tepecik girmişti.
    Daha çocuk henüz ondort yaşında,evden patika yoldan araç  yoluna indiğinde yolun hangi tarafının nereye gittiğini dahi bilmeden yuruyor ,her uzaklık sanki onu bilmediği ama çok istediği meçhüle oğru götürüyordu,bir zaman sonra aklına geldiğinde stabilize yolun üzerinde bulunan bir çakıl taşını yarım gömülü zeminden sağa sola oynatarak çıkardı,taşın çıktığı yerdeki çukura kulaklarını dayadı,hiçbir ses gelmeyınce kalktı ,bu yol dinlemeyı köyden günde bir veya iki kere geçen arabaların gelmeden önce seslerini dinleme metodu idi ,arkadaşlarının ögrettiği bu davranışı şimdi hayata uyguluyordu.
     Şimdi geçtiği tepeleri artık saymıyordu,öğlen olmuş veya olmamış ,o cıvarda bir zaman,yoruldu hemen yolun üzerinde postlamnış çımeni bol bir düzlük buldu,uzanıp sırtüstü yattı başının arkasına attığı elini yastık yapıp tam tepesinde gezinen güneşe bakmaya çalıştı isede olmadı gözlerini kamaştırdı,biraz inatlaştı isede başaramadı,gözleri acıyınca,kapattı dinleneyım derken,istemsizce yorgunluğunda etkısıyle orada uyuyakaldı.
   Rüyasında büyük bir kamyon öyle heybetliki seyretmesi bile heyecan verici,binmesine gerek yok bakması mutlu olması için yeterli,bunu zaten köyde her fırsatta duydukları araba sesine koşup seyrederek yapıyorlardı,ama şimdi başka, şimdi hem seyredecek,hemde onu özgürlüğüne onu hayal ettiği menziline götürecekti.
    Gürültü tam uzandığı postlaşmış cimenin üzerinde uzandığı yerde durunca ,rüya bitti zannedip uyanmış,tam karşısında bir komyon duruyordu.
   Bu kamyon karayollarının üzerinde tamir malzemesinin bulunduğu kasasında iki amele ile gezen cemse  idi, tamda ruyasındaki gibi,kocaman burunlu sarı bir özgürlük aracı.
   Şöför belliki dağ başında cocuğu görünce duyarlılık göstermiş durmuştu,kamyonun çelik kısa bır kasası vardı,arkadan üzerine cıkılması için kullanılan merdivenlerden inen işçinin sessiz sessiz kendisine doğru geldiğini görünce ,ne tür bir duygu yaşıyacağını dahi bilemedi,evet beklediği kamyon bu idi ama,şimdi bunlar tuttuurda seni evine geri götürecez derse ,ne olacaktı,bütün hayallerinin yıkılmsı demek olan bu davranış karşısında bir savunma hazırlıyor olduğu için,
kimsin sen ,burda ne yapıyorsu,adın ne gibi soruların hiçbirini duymadı,
    Şöför ve işçiler sürekli aynı yolu gidip gelip onardıkları için buralarda  yerleşim yerlerinin olmadığını çok iyi biliyorlardı,çok uzatmadan arabasının kasasına aldılar,artık yolda giderken sorar yolumuzun üzerinde ise bırakırız düşüncesiyle yola devam ettiler.
   Onca sorudan sonra cevabı nihayet hazırlanmıştı 
eve gidiyorum
evin nerde
Erzurumda
iyide Erzurumdan burya nasıl geldin
yanlış arabaya binmişim beni burda indirdiler
birinci işçi,bu hikayeyi pek inandırıcı bulmadı,ama hiç belli etmeden, ikincisine dönerek,nasıl şerefsizlik,bu nasıl insafsızlık,dedi
sustu ,artık sorular bitmiş olmalı ki çocuğa acımalı ifadelerle baktıktan sonra kafasını okşadılar,olsun biz seni götürürüz merak etme .
   Merak etmek ne demek, içindeki sevinç volkanı patlıyacak korkusuyla dişini sıkıyor duygularının açığa çıkmaması için tiyatro yapıyordu,işçiler yol boyunca ona margarın sürülmüş ekmek de verdiler.
   Erzurum yaklaşık iki sat sonra tepelerin arasından gözükünceye kadar işçiler de işlerini yapmaya devam etti,buldukları çukurlara arabanın kasasından yukardan aşağı sallıyarak attıkları stabilizelerle doldurdular,mesai de bitmeye doğru yanaşmıştı,şehir merkezine gelince cocuğun kalp atışlarını işçiler bile duyar olmuş olacakki,
   nasıl da seviniyor kerata diyen birine, şüpheci olan diğeri cevap vermeden nerde inmek istersın diye seslendi 
ben hemen az ilerde ineyim
evin burdamı 
evet hemen arka sokakta
bulabilirmısın,geleyımmı seninle
insan kendi evini bulamazmı
evet haklısın
   Kamyonun durması için kasanın solundan aşağıya sarkan işçi şöförmahallenin camına tıkladı,şöfor zaten yavaş giden arabayı durdurdu,diğer işçi çocuğun kolundan tutup kasanın arkasındaki merdivenden aşağı indirdi,kamyon hareket edince cocuğu korna ile selamlamış ,işçiler el sallamıştı,
yarabbi bu nasıl mutluluk,birileri onu adam yerine koymuş sevgi göstermiş üstelik margarın sürdükleri ekmek vermişti,aç ve parasız biri için bu dünyada bundan daha büyük mutlluluk olabilirmiydi.
   Komyon uzaklaşalı dakkalar olmasına rağmen ordan kıpırdıyamadı,birincisi çok mutlu idi ikincisi,şaşkındı,üçüncüsü ne yapacağını bilmiyordu 
   Bir zaman sonra cebindeki evden aşırdığı abisinin mektup zarfını cikardı,adres soracaktı ama burası Erzurum idi,hemen yanından geçen kalın ceketli,kocaman bıyıklı adama doğru elindeki zarfı uzatarak amca ben burya nasıl giderim dediğinde,adamın şaşkınlıkla seyrinin uzaması epeyce bir tedirginlik yaptıysada bir zaman sonra,
oğlum sen Manisaya mı gideceksın
evet
iyide burası Erzurum
biliyorum
ha anladım sen terminale gideceksin
terminal neresi
tarif etti,ama tarif uzak bir yere benziyor,
parke taşları ile döşeli meyil bir yol,adam ordan gecen bir at arabasına dudaklarını bükerek çaldığı ıslıkla durdurup bu çocuğuda aşağı bırak dedi,
atın yürürken kaldırım taşlarından çıkrdığı sesi ilk defa duymanın şaşkınlığı ile işte büyük şehrin farkı bu diye düşündü,etrafını seyri öyle bir dalgınlık yaratmışki at arabasının durmasıyla uyandı,hadi oğlum bu kadar diyen sesle yere yakın olan ayaklarıyla indi aşağıya.
   At arabsının sahibi demekki bu durumlara alışık ki hiç arkasına bakmadan giti,terminal lafını oğrenmiş artık onu soracaktı,sordu ne güzel ki zaten hemen yanında bir yede imiş,ilk döndüğü virajdan sonra içeri girdiği,üzeri saç la kaplı bir bina ve altında kocaman mı kocaman bir otobus,kendi evlerinden de büyük,sevinç ve hayranlık içinde seyrederken,onun yolcu olabileceğine ihtimal vermiyen simsarlar bile ilgilenmemişler,di,,öyleya genelde bu yaştaki çocuklar daha çok ayakkabı boyacılığı yapar veya simit satar buralarda gezerdi.
    Otobusun önunde kocaman sac üzerinde Bursa yazıyordu
bu araba Manisaya gidermi
hayır ,sen Manisayamı gideceksin
evet
akşamı bekle İzmir yazan ötobus gider
    Evet akşam olacak ama cebinde hiç parası yok,bu işin parasız olmıyacağını da bildiğinden olmalı yaşadığı onca mutlu anların üzerine kocaman bir karamsarlık çöktü,
binanın giriş bordurunun üzerine oturduğunda gelen geçenin umursamazlığına da anlam veremeden uzun ca bir süre orda bekledi .
Akşam olmak üzere idi karanlıkta ne yapacağını da bilmeden,kafasında onlarca düşünce dolaşmaya başladı,yeniden bir kamyon bulup kasasında yolculuk yapsam,belki parasız giderim,ama yakınmı uzakmı bilmiyor, 
abisi de mektubunda birkere bile olsa mesafeden bahsetmemiş,evvela selam eder ellerinizden öperim diye başlıyan mektubunda hiçbir zaman çevreden,mesafeden,iklimden bahsetmemiş,adeta köyünün özlemiyle hala ahırdaki hayvanların sayısı veya komşuların yaşlılarını sormuştu,hiçbir ipucu bulunmıyan mektuplardan adresinden başka hiçbirşeyinden istifade edememişti
   karanlık çökmüş ayni yerde oturmanın verdiği sıkılganlıkla doğrulmak üzere iken yanına gelen kendi yaşlarında bir çocuk,şehirli havasıyla, tepeden bakarak burada napirsen,dedi
bilmiyorum 
şehirli çocuk anlamıştiki bu yabancıdır,üstelik köylüdür
nerde oturiysen
hiçbiryerde
şehirli bunun evsiz ve muhtaç olduğunu anlamış olmalı, kahraman olma zamanı gelmişti,çocuğu yanına alarak evine götürdü,direnmeler fayda etmemiş şehirlinin israrları birazda işine geldiği için olmalı teklifi kabul etmiş, kendilerini bir klasik Erzurm evinde bulmuşlardı.
evin büyüklerine hikayesini anlattıkLarında yapılacak iş belliydi,cocuğun cebine birkaç kuruş koyup biletini alıp İzmir otobüsü ile Manisaya göndermek.
    Bir gün sonra kı otobuse bindirip şöföre sıkı sıkıya tembihlenen,,bu çocuk Manısa terminalinde bırakılacak tan sonra ellerini sallıya sallıya ötöbüsü ve çocuğu yolcu ettiler.
  Şimdi hayatının bir ilkini daha yaşıyordu,hem akşam karanlığı ,hem hızlı,hem kalabalık,bir ortam ,acaip bir duygu,kendini uçan meleklere benzetip mutluluk denizinde yüzüyordu,gözünü kapatıp,düne kadar hayalini bile kuramadığı mutlulukları yaşıyordu,
   Akşam kendisine  hiç tanımadığı bir ailenin öylesine bir ilgi ve iltifatla yanaşmasına hiç anlam verememişti,kendi ailesinden duymadığı sevgi sözcükleri yetmemiş gibi,üzerindeki dökük gömlek ve pantolonu çıkartmışlar,kara lastiği çıkarıp potın giydirmişler ,hem iç don vermiş hemde yeni gömlek ve pantolonun yanınnda üzerine birde yelek vermişlerdi,bütün direnmelere rağmen utana sıkıla giyindiği bu eşyaların içinde  kendine bir güven gelmişti.
    İlk otobus molası yaklaşık iki saat surmüştu,
 bu süre içinde hiç gözünü açmadan bu yaşadıklarını tekrar tekrar hafızasında döndürüyor,mutluluğun süresini uzatıp tadını cıkarıyordu,bozuk sesli muavinin söylediklerini anlamadıysa da herkes otobusten inince o da indi.
   Çaylar şirketten demişlerdi,ama bu ne demek bilmediği için ,herkes içti  o içmeden bir masadan etrafını seyredip olan biteni takip ediyordu,otobuste aynı koltukta yan yana oturduğu orta yaşlı amca da yanına geldi,garsonlar mutemadiyen her buldukları yolcunun önune bir çay bıraktıkları için bu masaya da iki çay bıraktılar,yolcu tereddütsüz çayı hopurdetti ama çocuk çaya dokunmadı,yolcu biraz merak,biraz da ikaz ile 
içsene çayını,
o benim değilki
senin evladım senin
hayır ben istemedim
istemene gerek yok ,bu çaylar,ikramdır,herkese veriyorlar
olsun istemiyorum
içmeden yolcu ile biraz daha muhabbet ettiler,sonra yine o anlaşılmaz boğuk ve bozuk sesle otobusun kalkacağına dair sesler duyulunca hep birlikte otobuse bindiler.
   Yolculuk yirmidort saat sürmüştü,hiç uyumadan bazen yanındaki yolcu ile konuşarak bazen yıldızları seyrederek,bazen karşıdan gelen arabaların farlarıyla aydınlanan etrafı seyrederek Manisaya geldiler,o zamana kadar birkaç kere yanındaki yolcuya ben bilmiyorum,Manısaya gelince ineceğim ,bana soylermisin demişti,o da muavini çagırmış ona soylemişti,zaten terminale girince uzun uzun mola verdikleri için etraftaki levhalardan Manisaya geldiklerini kendisi de anlamıştı,
   Herkes otobusun bagajlarının açılmasından sonra eşyalarını almak üzere muavinin etrafına yığıldığı için ona sormak istedi isede ulaşamayınca otobusu terkedip ilerlemeye başladı.
   Manısa,yeni dunya,Manisa çocuğun yeni dünyası,Manisa çocuğun hayali,Manisa çocuğun özgürlüğü,insan olduğunu hatırlayacağı yer,
   misafirlikten giydirilen yeleğin düğmelerini elleriyle neden se kontrol edip boş bulunduğu anı bile tatlı idi,cebinden abisinin mektup zrfını çıkarıp adresi sormak için elini soktuğunda bir avuç para çıktı,bir kere daha şaşkınlık yaşamıştı,bu nasıl mutluluk,param var ama ben bilmiyorum
 bu nerden geldi,demekki misafir kaldığım evden verilen bu pantolonun cebinde para varmış, diye düşündü,aslında öyle değildi,misafir kaldığı evde,çocuğun kararlılığını görmüşler,geri dönmiyeceğine kanaat getirdikleri için giderken sıkıntı yaşamaması için bilerek pantolonun cebine para koymuşlardı,pantolonu almamak için direnme faslı ile elini hiç cebine sokmadığı için de bunun farkına varamamıştı.
   Para elinde öyle donmuş vaziyette birkaç saniye bekledi,sonra silkinip cebine koydu,diğer cebine el attığında abisinin mektup zarfını çıkardı,hemen ilk önune çıkana uzatıp nasıl gidebileceğini sördu,aldığı cevapla bindiği minibüüsü de hayatında ilk defa görmüştü,
küt burunlu beyaz bir minibüs,koltuklarının örjinal kaplamaları yırtılmış,kılıp geçırmişler  yolcunun oturduğu koltukların üzerine hayvan postları serilmişti ,simsarlar yolcu bulduk kapmacasıyla alıp ince biri olduğu için ön koltuga oturttular,minibüste kendisinden başka arka koltukta iki kişi daha vardı,kimse konuşmuyordu sessiz sedasız öylece minibüsün kalkmasını beklediler.
   Minibus yaklaşık iki saat bekledi,çocuk hiç kıpırdamadan öylece oturuyordu,zaten hiç uyuyamamış olmanın yorgunluğu ile pek enerji si de kalmamıştı,bazen göz kapakları istemsiz şekilde kapansada direnip geri açıyordu,nihayet doldu ve hareket ettiğinde,çocuğun gözlemleri devam ediyordu,herşey  yeni,herşey heyecan verici,adeta yeniden doğuşu yaşıyan birinin uyuması mumkün değildir,hele minibüs şöförünün kendisini dünyayı ben idare ediyorum,pozları onu ayrıca etkiliyor yan gözlerle onu takiple yala devam ediyordu,şöföre muhtelif zamanlarda ineceği yerle ilgili bilgi vermişti,burası dendiğinde indiği yer bir etrafı boş alanın ortasında iki ağaç arasında ilerde gözüken kapının önü idi.
   Hadi bakalım delikanlı senin aradığın yer burası ,in dendiğinde,çok ta anlam veremedi,
abisi burda ne iş yapıyorduki bu adreste idi.
indi minibüs eksözundan koyu bir duman bırakarak ordan ayrıldığında ,gözüken kapıya doğru ilerledi,iki sıralı dizilmiş kavak ağaçları yolun çiti gibi yapılmış,ortasına açılan yolla yaklaşık elli metrelik bir mesafeden sonra girilecek iki kanatlı ahşap kapının önüne yürüdükçe abisi ile karşılaşacağı anın heyecanı ile titriyordu,eğer geldiği adres doğru ise artık hedefine ulaşmış,mutlulugun merkezine gelmişti,biraz tereddüt ettikten sonra kapıyı çaldı ama kapı iki kanadı geniş kocaman dı birbirine bağlı olmıyan asılı zinciri oynattığında baktı ki kapının arkasında kimse yok,hafiften aralayıp içeri girdi.
   karşısında kocaman bir ev
 eğer bu ev ise ,Erzurumdaki neydi,
iki yandan giriş yapılan,geniş avlunun etrafına dikilmiş meyve ağaçlarının ertasında bir süs havuzu vardı,çocuk onu hayvan sulama yalağı zannetti,
   Kendisine doğru yaklaşan orta yaşlı egenin bol dökümlü şalvarının lastik boğumundan aşağı sarkan paçasını sağa sola sallıya sallıya gelen kadın kim olduğunu sorduğunda hemen abisini çağırrmak için seslenmişti,
aradan geçen birkaç dakka kadının çocuğa gösterdiği şevkat yorgunluğunun bir kısmını almıştı,abisi geldiğinde yaklaşık bir yıldır yaşanan hasreti giderecek kadar sarıldılar,kadın yanlarından hiç ayrılmadan bu anın duygusallığından istifade ediyordu.
   Bir zaman sonra iki kardeşi evin içinden geçilen koridordan ,hayrat denilen yere geçtiler,kadın onlara getirdiği yemeklerden yerlerken bile söhbetleri bitmemişti,abisi biliyorduki,çocuk çok uzaktan geldi ve uykusuz,onu kendi odasına götürdü,
kaçtınmı
cevap veremedi
dinlen,yarın uyanınca konuşuruz dedi 
itiraz etti isede işe yaramadı ,abisi odanın kapısını kapatıp çıktı,günün ortasında,uyku onu öyle bir sıkıştırmıştı ki uzanır uzanmaz uykuya daldı.
   aradan saatler geçmiş ertesi günün sabahı olmuştu,
abi burda çobanlık yapıyor
bazen hayvanları güdüyor bazende onlara yem veriyor,
o gun cocuk abisinin yanından hiç ayrılmadı,bütün gün koyden memleketten,haberlerinden bahsettiler,yetmedi sarı öküzün ne durumda olduğunu bile konuştular,böyle geçen birkaç günden sonra abisi aslında çocuğun geliş sebebini biliyordu,ama buna rağmen sorma luzumu hissetmişki
niye geldin dediği anda cocugun cevabı çenesinde hazır bekliyor gibi
çalışmaya
koydede çalışıyordun
ama orda para yok,
burda varmı
bilmem ,varmı
biraz durdu aslında iyi yaptın,buranın sahipleri ektikleri bahcelerdeki meyvelere dadanan kuşları kovalamak için birini arıyorlardı onu yaparmısın,
yapmazmıyım ,tabiki yaparım
aslında abisinin ne dediğini de anlamamıştı,kuş kovalamak nasıl bişey,kuş kovalanırmı,kuş nasıl kovalanır,hiç duymadığı bilmediği bişey,ancak okadar çok bilmediği şey vardı ve bunları son birkaç gün içinde öğrenmiştiki,bu da ona ilave olsun diye düşündü.
    Burada kuş sürüleri hemen her türlü meyve bulunan bahçelere dadanıyor,onların verimini düşürüyordu,onlar için düşünülen çare tarlaların içinde dolaşacak ,gürültu yaparak onları kacıracak bir çoban tutmaktı,işte bu iş için uygun görülen çocuk,
işe başlamıştı ,
   Boynuna boş bir yağ tenekesi asılmış eline verilen tokmakla sürekli vuracak,tarlanın bir ucundan diğer ucuna durmadan gidip gelecekti,
   sabah kuşluk vaktı denen zaman henüz kuşlarun otlanmaya cıkmadıkları uyku zamanıdır,onlarda diğer canlılar gibi günlük meşgalelerinin çoğunu beslenmek ile geçirirler,ötüşmeler aslında ben burdayım sen nerdesin muhabbetidir,daha çok sürü ile gezenlerin diğerlerinden daha sosyal olduklarını söyliyebiliriz,ilginç olan onların daha az ötmeleridir, 
liderlerinin gösterdiği istikamete doğru gider otlanırlar,aynı zamanda güvenliklerini de böyle sağlarlar,
   Sabah seramonisi dinlemeye değer,henüz otlanmaya geçmeden önceki selamlamalar,hemen her kuş türünden çıkan ayrı ayrı seslerin ahengi,insanların dahi kuramiyacağı bir ökestra gibidir ,asla tekrara düşmiyen,notasız ama notaların üstünde düzenli bir ses,hiç durmadan dinlendiğinde bile bıkılmıyacak ses.
   Eline aldığı sopayı tenekeye vurmaya başladığında ,kaçırmayı başardığı kuş sürülerini görmeyi ümit etmiş olmaliki,yüzü yükarı doğru gözler çakmak gibi,demekki sürü halinde değiller,hiç bir küşü göremedi,
tenekeye vurmaya devam etti.
   öğlen yemeğini yerken bile tenekeye vurmaya devam ediyordu.
   günler geçtikçe tenekeye ve sesine alışmış ilk günlerdeki kulağında oluşan uğultuyu artık duymuyordu,
 sabah saatinden akşam kuşların uyku saatine kadar tek başına tenekeleri patlatmaya devam ediyordu,tenekeler dövülmekten belli bir zaman sonra deforme oluyor içe doğru çokmelerden meydana gelen dikey çizgilerden bir zaman sonra tamamen katlanıyor ve ses çıkmaz hale geliyor,ertesi günü nerden bulunuyorsa bulunup yenisi veriliyordu.
   Özellikle kargaların davranış biçimlerini inceliyor  ,onlar adeta planlı poğramlı hareket ederken çocuğu kendilerine hayran bırakıyorlardı
  Günler geçip ilk aylığını aldığında olanlara inanamadı,evin sahibi,eşinin eliyle vermişti,bu nasıl para böyle bir parayı kim niye bana verir düşüncesi içinde parayı elinin içinde birkaç kere evirip çevirdi,önce Erzurumluların cebine para koyması şimdi bu ikisininde duygusu farklı idi,biri karşılıksız,belki insanlık bedeli,bu ise emeğın bedeli,ama yine de ilkleri kabüllenmek,eski ile bağlantı kurup kıyaslar yapmak,gibi şeylerdeki geçiş zorluğunu yaşıyor olmalı,
abisiyle buluştuğunda başka bir mutluluk yaşadı,sarıldılar,o akşam sevinçten doğru dürüst uyuyamadı,sabah olacak işine devam edecekti,
bu parayı yanında taşıması doğru değildi,tarlaya düşürür veya kaybederdi,
abi bu sende kalsın olmazmı
olmaz
neden
bende paramı cebimde tutmuyorum
ya
evin hanımına veriyorum,köye dönerken,hepsini birden alacağım,sende öyle yap.
zaten o verdi
olsun geri ver,lazım olunca alırsın
   Sabah olduğunda tenekesiyle işe çıkmadan önce evin hanımına gitmek istedi ama evin kapısı kapalı idi,onların kalkma saati gelmediği için olmalı diye düşünüp daha sonra getirip vermek üzere tekrar tarlanın içinde teneke tıklamaya devam etti.
   Henüz ikinci ayın başında Ağustozun başları,işini severek ve hiç istismar etmeden devam eden çocuk o gün de rutin işini yapmak üzere daldığı bahçenin ortalarında kışlık elmaların etrafında dolaşırken,yukardan aşağı üçgen başlı bir yılanın kendisine doğru hızla geldiğini gördü,önce ilgilenmedi,hayvan sonuçta buralarda yaşıyor benden niye rahatsız olsun ki diye düşünürken kırmızılığı belirginleşen yakınlıga geldiğinde işin şekli değişmiş direk çocuga doğru geliyor du,
   Ne kadar hayvansever olursan ol yılan soğuktur,belkide masumdu ama ilk ürküntü ile bahçeden yukarı doğru koşması süre itibarıyle ondakkayı bulmamıştı,açık avluya gelinceye kadar takip edildiği hissi ile korku yaşadı,
   henüz akşam olmamaıştı,teneke sesinin kesildiğini farkeden ev sahipleri merakla etrafların bakınmak için evin avlusuna baktıklarında çocuğun iki nefes durduğunu gördüler,hemen acık pencereye doğru sarkan evin hanımı,
ne oldu çocuk
yılan efendim
ne yılanı
yılan efendim
nediyorsun oğlum yılan nerde
tarlada idi beni kovaladı
yılan insana zarar vermezki sen korktunmu
evet
    Bütün ikna metotlarına rağmen abisinin de baskıları işe yaramamış,cocuğu eski işine geri koyamamışlardı,evde yapılacak başka bir işte yoktu.
bir iki günlük dinlenmeden sonra ordan ayrılmaya karar verdi
abisi onun köye geri dönmesini istedi isede o kararlıydı,
şimdi daha büyük bir şehre gidecek oralarda çalışacaktı
   İzmire gidip orda önce bir bakkal cıraklığı sonra kalfalık derken ikinci sene market müdürü olmuştu,öğrendiklerini market müdürlüğünün yanında yakın bir bölgede açtığı bakkal üzerinde denemeye başladı başarılı oldu sonra ki bir iki yıl içinde bölgenin en büyük market zincirinin sahibi oldu,
yılan korkusu onun gerçek cevherini ortaya çıkardı
yüzlerce çalışana ulaştı,şimdi o patron olarak hayatına devam ediyor.